Emel KALINKILIÇ
Geçenlerde adına kişisel gelişim de denebilecek eğitimlerden birine katıldım. Çok hoşlandığım ve faydalandığım bir eğitim oldu.
Bu eğitimlere sık sık katılmak gerektiğini düşünürüm, bilmediğin bir konuysa öğren, bildiğin bir konuysa da farkındalığını arttır diye. Bu eğitimde farkındalığımı arttırdığım bir konuyu paylaşmak istiyorum burada da. Hoca, katılımcılardan birini davet edip, elini kaldırmasını istedi. Kendi elini de avuç içleri birleşecek şekilde öğrencinin eline koyup onu itmeye başladı. Öğrenci de hocayı itti. Hoca ne kadar güçlü ittiyse öğrenci de o kadar güçlü itti. Sonra durdular ve hoca sordu: ¬― Neden ittin? Öğrenci: ― Siz ittiniz diye! Üzerine söylenecek pek bir şey yok dimi…”Siz ittiniz diye”…
İşte size klasik insan ilişkisi; sen itersin, o iter! İlişki itişmeye dönüşür… Hayat itişmeye dönüşür… Uzun uzun düşündüm bunu. Acaba hayatımda böyle örnekler yaşamış mıydım ben de? Kimleri ittirmiştim böyle… Ve de kimler bana direnmişti ittirdiğim için… Bu dirençleri nasıl yaratmıştım… Ben kime, nasıl, neden direnmiştim… Kimle, ne zaman, nasıl… Uzun uzun düşündüm. Ve de tahmin edebileceğiniz gibi epey bol örnek buldum. Özellikle de Parla ile ilgili! (2 yaşındaki kızım oluyor kendileri) Bunun örneklerini Parla ile iletişimimde çok görürüm. Aslında Parla ile olan iletişimimde kendimle ilgili birçok şeyi görür, birçok şeyi öğrenirim. Eğer çocuğunuzun sizin için bulunmaz bir öğretmen olduğunu kabul ederseniz ve kendinize, onun size tuttuğu aynadan bakmayı becerebilirseniz, emin olun kendinizle ilgili çok şey öğrenirsiniz. Ben Parla ile ilişkime böyle bakıyorum. Ben onu eğitiyorum, o da beni. İttirme konusuna gelirsek, ne zaman ona bir şeyi sert bir ses tonuyla, emrivaki şekilde söylesem “eaaahhh” diye efelenir bana! Benim sesimdeki vurguyu kullanır! Aynalar beni. Bak der “kulağa böyle geliyor sesin”. Eğer unutur da bir şey için “yapma” dersem onu mutlaka yapar (“yapma” kelimesini kullanmaktan özellikle kaçınırım. Bunun nedenlerini ayrı bir yazıda anlatayım). Emir olarak, ültimatom olarak ne desem karşı çıkar mutlaka; gel derim gelmez, git derim gitmez… Ona dikte ettirdiğim, onu “ittirdiğim” ne varsa direnç gösterir. Hem de sonuna kadar… Sonunda uzlaşırız. Ama bu onun geri adım atmasıyla olmaz. Hiçbir çocuk geri adım atmaz
çünkü. Çocuklar çok kararlıdır. Bizden çok çok daha kararlıdır. Çocuk bir şeyden vazgeçiyorsa bu pes ettiği için değil, dikkati dağıldığı, konu bir başka yöne kaydığı içindir. Yoksa akşamdan sabaha dek inatlaşın onunla, yorulmadan pes etmeden devam eder. Pes eden taraf hep biz yetişkinler oluruz. Ya “lanet olsun, rezillik çıkmasın” der, pes ederiz. Ya da “bak bu seferlik ama der”, pes ederiz. Pes etmeyi kendimize yediremediğimiz zaman da, bir dış ses yetişir imdadımıza, “çocukla çocuk olma” der birisi. Biz de “büyüklük bizde kalsın” deriz ve pes ederiz. Ama çocuk hiçbir zaman pes etmez. Tartışmayı ne zaman kazanırız? Dikkatini dağıtıp, gündemine bir başka şey getirebildiğimiz zaman kazanırız. Direnci ancak o zaman kırılır çocuğun. Ancak o zaman vazgeçer direnmekten. Yani ne zaman? Biz ittirmeyi bıraktığımız zaman! Yoksa biz ittirmeye devam ettiğimiz sürece, o da bize direnmeye devam edecektir. Aynı şeyi ergenlik döneminde de görürsünüz. Sırf biz öyle söylediğimiz için karşı çıkar her şeye. Sırf biz istedik diye yapmaz, yapmasını istediğimiz şeyi. İster ki kendi fikri olsun. Kendi kararı olsun. Biz ittirdikçe direnir bize... Biz ittirdikçe uzaklaşır bizden… Artık çocukken olduğu kadar kararlı, dirençli de değildir. O da öğrenmiştir, yapmak istemediği bir şeyi “lanet olsun” deyip de yapmayı. Ama her lanet olsun diye yaptığı şey bir mesafe olarak girer aramıza… Biz ittirdikçe o uzaklaşır bizden… Sonra düşünür dururuz, biz nerde hata yaptık diye… Oysa hep iyiliği için çalışmışızdır… Belki de tek hatamız ittirmekti… Ne dersiniz? İttirmeden de gidilebilir mi o varılacak yere?
03 ARALIK 2008 www.birmilyonkalem.com da yayınlanmıştır.